Animu

Animu

1 Nisan 2011 Cuma

Oysa neler hayal etmiştim...

Üniversiteden mezun olduğum neredeyse 2 sene olmuştu. Bu süre içerisinde birçok işe “ armudun sapı, üzümün çöpü “ diye burun kıvırmış, evdekilerle papaz olmuştum ama artık yeterdi, fazla olmuştum. Bunca sene okutulmuş, yedirilmiş içirilmiş, bakılıp büyütülmüştüm. Yan gelip yatmakla ancak karpuz büyürdü. Sürekli kavga ve gürültü beni cinnetin eşiğine getirmişti. Babam harçlığı kesmiş, annem masada tabağı resmen önüme fırlatıyordu. Hayırsız evlat olmama ramak kalmıştı ve ben fena çaresizdim hem de öyle bi çaresizdim ki. Oysa üniversiteye başlarken ne hayallerim vardı. En azından okulda popüler olur süper arkadaş ortamı yaparım, artisin kralı olurum diye düşünmüştüm. Gel gör ki daha okulun ilk günü fakülte bahçesinde eşofmanımın paçasından giren arının hain saldırısı sonucu eşofmanımı indirip yerlerde debelenmem, dün yediğini unutan bu şuursuz genç güruh tarafından 4 sene boyunca maalesef unutulmamıştı. Gerçi bu durum benim artislik ve lay layla geçireceğim vakti ders çalışmaya ayırmamı ve 4 senede okuldan mezun olmamı sağlamıştı.

İnternet üzerinden başvurduğum iş ilanlarından birinden cevap gelmişti. Artık seçme şansım pek olmadığı için görüşmeye gitmeye karar verdim. Zaten ilanlar içinde en çok dikkatimi çeken de bu ilan olmuştu. Sabah erkenden kalktım. İş görüşmesine gitmem evdeki pozisyonumu bir seviye arttırmıştı. Annem güler yüzle kahvaltımı hazırlayıp önüme koydu, “ ye evladım aç karnına gitme “ dedi. Babam kapıdan çıkarken bana seslendi “paran var mı senin nasıl gideceksin görüşmeye? “, hemen yanına seğirttim, bu cüzdanımın uzun zamandır beklediği andı çünkü. “ valla ne yalan söyleyeyim param yok “ dedim. Elini cebine attığında kalbim duracak gibi oldu, içimden “ ulan şimdi 20 lira verip otobüslerde süründürmese bari “ diye düşündüm. Babam insaflıydı, candı ciğerdi, hakkını yememeliydim. Çıkarıp bonkörce tam tamına 50 lira verdi. Az kaldı boynuna sarılacaktım sevinçten ama coşkumu içime gömüp elini öpmekle yetindim. “ Hadi bakalım akşama hayırlı haberlerini bekliyoruz ona göre “ dedi. Tam kapıdan çıkacakken döndü ve beni tuzla buz eden o cümleyi kurdu, “ salak salak taksiye binip parayı çarçur etme artanı akşam bana getir “. Yıkılmıştım. Oysa taksiyle gideceğim bir iş görüşmesinde nasıl da havalı olacaktım breh breh! Aslında o işe ihtiyacım olmadığını, lütfedip geldiğimi, demek ki acayip kültürlü ve paralı olduğumu, beni kaçırmaması gerektiğini düşünecekti yönetici kişisi. “peki babacığım” demekle yetindim. Evet babam insafsızdı, vizyonsuzdu, halden anlamıyordu. Babam çıktı, peşinden de annemin dualarıyla ve jilet gibi takımımla ben çıktım.

Görüşmeye gideceğim yer anasının nikâhındaydı. Büyük eziyetlerden sonra işte fabrikanın kapısındaydım. İçeri girmeden şöyle kendime çeki düzen verdim son bir kez. Omuzlarımı kaldırdım, karnımı içeri çektim ve güvenliğe, üniversite mezunu, vizyon sahibi, fena kültürlü bir tavırla yaklaşıp aramızdaki farkı belirtir seviyeli bir gülümsemeyle “ iş görüşmesi için gelmiştim “ dedim. Adam beni şöyle bi süzdükten sonra “ he iyi, buyur geç “ dedi. Ne de olsa basit bir güvenlik görevlisiydi, tavrını garipsemedim. Bense bi kaç saat sonra bu fabrikanın son kararlarını verecek kişi olacaktım. Belki de hayatı benim ellerimde olacaktı.

İçeri girdim. Bir çalışanı yakalayıp vakur bir ses tonuyla görüşmelerin nerede yapıldığını sordum. Nedense o da beni şöyle bi süzdü ve yolu gösterdi. Hay bu işçiler, ne de kompleksli oluyorlardı, aman neyseydi. Odanın önüne geldim ve içeri girdim. İçerdeki sekretere meramımı anlattım, kendisi şöyle beni süzdükten sonra oturmamı içeride görüşme için gelen başka biri olduğunu, o çıkınca beni alacaklarını söyledi. Yaklaşık 10 dakika sonra içerdeki çıktı. Kendisi pek bi kılıksız, pek bi benim tarzımdan uzaktı. “ herhalde başka bir pozisyon için başvuruda bulundu” diye düşündüm zira benimle aynı konuma yani son söz söyleyecek bir pozisyona yakışmıyordu bu adam.

Nihayet içeri girdim. “ buyur, otur “ dedi masanın arkasında ki adam. Sanırım fabrika sahibiydi kendisi çünkü epey bi kiloluydu demek ki parası çoktu. Elimde tuttuğum özgeçmişimi kendisine gururla uzattım. Alıp incelemeye başladı. Kafasını kaldırmadan soruları sıralamaya başladı; “ üniversite mezunusun, nerdeyse 2 sene olmuş mezun olduğun neden hiç çalışmadın?” dedi. İşte beklediğim kazık soru ama ben süper zekâmla daha önce bu soruyu düşünüp, cevabımı önceden hazır etmiştim ve hemen yapıştırdım cevabı yüzümde kendime güvenen bir gülümsemeyle, “ daha önce sizin verdiğiniz ilanda ki pozisyon gibi kendime uygun bir pozisyon bulamamıştım o açıdan “ dedim. Kafasını ilk defa kaldırıp bana bakan patron, şöyle bi süzdü beni ve “ bizim ki gibi size uygun bi posziyon he mi “ dedi. Sonda ki “he mi” bana biraz itici ve kalitesiz gelse de – ne de olsa okumuş ve belli bir kültür seviyesine sahiptim – bir anda “he” diyiverdim. Patronun yüzünde beliren hafif gülümseme beni rahatlatmıştı.
“ şimdi, süt ve süt ürünleri okumuşsun hem de 4 sene, Allah aşkına kaç tane süt ürünü var, 4 sene size ne okuttular yav “ diyerek kahkahayı patlatıverdi. Gerilmiştim ama seviyemi düşürmemeliydim, sonuçta son kararları verecek kişi olacaktım belki de yakında bu fabrikada ve belki de patron beni deniyordu.
“ efendim bu mevzu biraz derin tabi, inşallah işe alındığımda, son kararları ben vereceğime göre bol bol karşılaşacağız, o zaman uzun uzun anlatırım size bu konuyu “ dedim. Patron şaşırmış bi şekilde yüzüme bi süre baktı ve “ son kararlar mı o ne ola ki “ dedi. Tam söze girmek için derin bir nefes almıştım ki, “ neyse “ dedi, “ de bakim sen bana şimdi hiç tekstil fabrikasında çalışmamışsın nasıl becerecen bu işi? “ diye sordu. “ efendim, şimdi üniversite okumamın yanı sıra kültürel olarak kendimi geliştirmiş bir insanım. Güvenilir ve çalışkanımdır yani bana bir şans verirseniz yöneticilik vasıflarının ben de fazlasıyla mevcut olduğunu görebilirsiniz “ dedim gerinerek. Patron gözlerini belerterek kahkaha ve şaşkınlık karışımı “tisieeee” şeklinde bir ses çıkardı. Beden diliyle ilgili epey kitap okuduğumdan durumun enteresan bir yöne gittiğini hemen kavradım. Patron geriye yaslanıp gözlerini kısarak “ bak hele sen hangi ilana başvurmuştun “ dedi. Dik oturmaya dikkat ederek “ son ütücü ilanı efendim “ dedim ve adam anında kahkahayı bastı. Henüz ne olduğunu kavrayamamıştım ki kapı çalındı ve patronun kahkahaları arasında içeri mavi önlüklü derbeder bir adam girdi. “ kemal bey elde ki işi bitirdik bi de siz bakıverin hele “ dedi. Patron adamı içeri çağırarak “ gel hele gel bak, bu genç son kararları almak için bizim ilana başvurmuş, gel de bi anlat son ütücü ne iş yapar” dedi. Adam şaşkınlıkla bana bakarak “ son ütücü, işi biten ürünleri son kez ütüler işte bunun neyini anlatiim beyim “ dedi. Patronun kahkahaları daha da şiddetlenmişti, ben ise kırmızıdan mora dönüşüyordum. Oysa neler hayal etmiştim, son sözü söyleyecek, koca fabrikayı yönetecektim. O arı yine ortalıkta geziyordu ve yine hayallerimi yıkıyordu, bari bu sefer kalçamdan sokmasaydı, iyiydi.

3 yorum:

  1. biz de geçen sene kurban bayramında 3 arkadaş birleşip arıya girdiydik keselim diye de hepimizi soktuydu muhtelif yerlerimizden. bal yapabilen bi hayvanın bunca vahşi olabileceğini bilmiyorduk biz müminler olarak. ayrıca, yazının rengi pek bi güzel olmuş, belirtmeden geçemeyeceğim. bir öncekiler kırmızı olduğundan mütevellit eserleri okuduktan hemen sonra evde tek başıma hır çıkarıp epey bi dövüştüydüm kendimle.

    YanıtlaSil
  2. Okuduğum en keyifli yazılardan biriydi, zeka ve mizahın birleşimi.. Kalemine sağlık..

    YanıtlaSil