Animu

Animu

21 Nisan 2011 Perşembe

Arkası bir gün...(2)

Popuduk ve kurabiye ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladılar ve kurabiye anlatmaya başladı;
“Geceleri buralar çok tehlikelidir evlat.”
“He onu anladık da dayı, bir türlü mevzuya gelemedin, anlat hele!” dedi popuduk ve der demez ensesine şaplağı yiyiverdi.
“Höst lan! Ne biçim konuşuyosun ibiş!” diye çıkıştı mavi kurabiye.
Şaplağın etkisiyle kendini bir anda toparlayan popuduk, hemen özür üstüne özür diledi.
“ lan oğlum sersem .ikin mahsülü müsün nesin sen! Bi öyle bi böyle değişik değişik hareketler yapıyosun Allah Allah, nıç nıç nıç” diye azarladı popuduğu, kurabiye. Popuduk başını öne eğdi ve alabildiğine utandı.
“ şimdi bak delikanlı ben sana yardım etmeye çalışıyorum ama sen böyle acayip hallere bürününce ağzını gözünü kırasım geliyo ne yalan söyliyim. Neyse bak şimdi sen bu uçan balonları bildin mi?”
“ yok abi “ dedi popuduk,
“ he dinle o vakit; şimdi bu tiyniyetini sittiklerim ormanın altını üstüne getirirler. Yapmadıkları eziyet kalmadı orman sakinlerine. Aslında bunlar tee o uzaktaki dağın tepesinde yaşarlar ama ne vakit kudursalar soluğu burada alırlar.”
Popuduk dayanamadı ve sordu;
“ peki abi niye bu kadar korkuyosunuz bunlardan, dünya kadar canlısınız burada, tükürükleseniz boğarsınız bunları.”
“ oğlum öyle değil işte mevzu. Vakti zamanında bir orman büyücüsü tarafından büyülenmiş bu uyuzlar. Aslında toplasan 20 kişi bunlar ama gebermiyolar ki bi türlü.”
“ nasıl gebermiyolar abi?” dedi popuduk ve mavi kurabiye durur mu yapıştırdı cevabı hemen;
“ gebermiyolar olum işte. Lanetli diyoruz lanetli nedir bildin mi sen? Şimdi bu büyücü vaktiyle bunlardan birini ormanda gezerken görmüş. Demiş aa ne güzel bişey bu azcık oynayayım. Gel gör ki atıp tutarken büyücü balonu, büyücünün elindeki sigara balona denk gelmiş ve balon patlayıvermiş. Bu balonların içinde yanıcı gaz var. E tabi haliyle büyücünün ağzı burnu yanmış. Büyücü de dellenip bunlara bi lanet okumuş. Bu lanetle uçan balonlar, o yaşadıkları dağdan öteye gidemez ve sonsuza kadar bu orman ve dağ arasında sıkışmış vaziyette yaşar hale gelmişler. Sonra da demişler ulan ne ölebiliyoruz ne de gidebiliyoruz, biz de bu ormanın kralı olalım o vakit.”
Popuduk, kurabiyeyi heyecanla dinlerken birden durdu ve sordu;
“ peki abi bunlardan kurtulmanın hiç mi yolu yok?”
“ rivayete göre, bu orman dışında yaşayan, başka bir iklime ait bir canlı varmış; kaktüs. Bu kaktüsler sıcak yerlerde yaşarlarmış ve uzun sivri dikenleri varmış. Derler ki, kaktüsler sıcak yüzünden acayip asabilermiş ve hiç kimseye eyvallahları yokmuş. İşte bir gün yaşadıkları yerde mutlu olamayıp buralara kendi istekleriyle gelirlerse o vakit uçan balonların sonu gelecekmiş.”
Ağzı beş karış açık kalan ve “ hay sıçam kafama ki anamın sözünü dinlemedim. Şimdi uğraş dur itle kopukla” diye düşünen popuduk sormuş,
“ tam olarak napıyo bu uçan balonlar abi?”
“ dedim ya hani bunların içi gazla dolu. Yanıcı olduğu kadar buradaki canlılara da zararlı bu gazlar. Bunlar iner ormana ne vakit canları sıkılsa, milletin malına mülküne, karısına kızına göz diker, dikelenen olursa da bu gazla onları etkisiz hale getirir.”
“ nasıl yapıyolar peki bunu?” dedi popuduk.
“ sinirlenince kendilerini sıkıp patlatıyolar. Hemen sonra tekrar başka bir balon olarak geri geliyolar. Yani anlayacağın hiç ölmüyolar. Dedim ya toplasan 20 kişiler ama patladıkları anın akabinde, o patlayan balonun ruhu başka bir balonda hoppadanak geri geliyo.” dedi mavi kurabiye ve popuduk tavşanı dürterek ilerideki derme çatma barakayı gösterdi ve,
“ hah işte geldik. Kısa bacaklı tapir orda yaşar. Umarım evdedir de bize yolu gösterir.” dedi.
Arkası başka bir gün…

13 Nisan 2011 Çarşamba

Duyuyordum...

Bir akıl, bir de fikir vardı ortada.
“Hangisini istersin” diye sordu. Bir an bilemedim, kararsızlığım boşlukta yankılandı. Sesi duymuş olacak ki gülmeye başladı.
“Bu” dedi “boş tenekenin tıngırdaması gibi.”
 Düşündüm, evet öyleydi. Ne vakit kararsız kalsam o tenekeyi biri tıngırdatıyordu. Neden benimle uğraşıyordu anlamıyordum.
“Sen seç” dedim. 
“Bu şekilde sıyrılamazsın, hayatında bir kez olsun bir şeye karar vermelisin” dedi.
Düşünüyordum ama bir türlü karar veremiyordum. Bu karasızlığın sesi ne kadar rahatsız ediciydi. Akıl olmadan fikir olur muydu?
” Elbette olur” dedi,
” Bir sürü akılsız bir sürü fikir üretmiyor mu?”
Ben bunu yüksek sesle mi söylemiştim?
” Hayır” dedi.
Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. O an dehşete kapıldım. Her şeyi duyuyordu, içimde olup biten her şeyi.
“Evet duyuyorum” dedi.
“Düşüncelerini, duygularının sesini duyuyorum, korkma rahatça düşün sana müdahale edecek değilim” dedi. 
Bütün gücümü toplayıp hiçbir şey düşünmemeye çalıştım.
“Faydası yok” dedi
“Duygularının çıkardığı sesleri duyuyorum ve bu bana ne düşündüğünü anlatıyor. Her duygunun bir sesi vardır, hangisini hissedersen bu koca boşlukta yankılanır ve ben bunların her birini duyarım, sen sadece burada olduğun sürece dikkatle dinlersen kendine ait olanları duyarsın.”  
Dikkat kesildim; evet duyuyordum. Boş bir teneke tıngırdıyor, ardından biri koca bir çana vuruyor, sonra küçük baloncuklar patlıyordu. Vaktim azalmıştı, bir karar vermeliydim. Işık yavaş yavaş kayboluyordu.
“Acele et” dedi, “Birazdan gitmiş olacağım ve belki de bir daha seçme şansın olmayacak.”
“ Tamam” dedim “Ama sen böyle yaptıkça ben düşünemiyorum ki.”
“ Benimle alakası yok bunun” dedi,
“Kendini sesleri dinlemeye kaptırdın, odaklan.”  
Odaklanamıyordum bir türlü. Sesler beni benden almıştı. Mutlu hissetmeye çalışıyordum böylece mutluluğun sesini duyabilirdim. Uğraşıyordum ama olmuyordu.
“Boşuna çabalama” dedi.
Gözlerimi açıp sorarcasına baktım.
“ Evet” dedi “boşuna uğraşma, mutluluğun sesini ancak gerçekten mutlu olduğunda duyabilirsin ve çok dikkatli dinlemen gerekir çünkü mutluluk geçicidir ve çıkardığı ses bir anlıktır.”  
Şaşırmıştım.
Dudaklarımı araladım ama sormama fırsat vermeden cevabı yapıştırdı;
 “Kötü duyguların sesleri her daim çok yüksektir, her bir ses bir diğer kötü duygunu çağırır böylece sesler çoğalır ve üst üste biner. Sen bunu uğuldama olarak duyarsın ve gittikçe daha kötü hissedersin. Evet, zaman dolmak üzere kararın nedir?” dedi. 
Ben hala sesleri düşünüyordum.
“Biraz daha zaman ver bana” dedim ama o yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum.
“Dur gitme!” diye bağırmaya başladım ama nafileydi. Son şansımı da kaçırmıştım işte. Kendime geldiğimde yine eskisi gibi, herkes kadar aklı olan ve başkalarının fikirlerini benimseyen bir insandım. Akıl ne kadar önemliydi ve fikir ne büyük bir ayrıcalık…

9 Nisan 2011 Cumartesi

Arkası bir gün...

Her zamanki gibi güneşli bir öğleden sonraydı. Popuduk tavşan annesine seslendi “anne yemeğimi bitirdim, biraz dışarı çıkıp oynayabilir miyim” annesi otoriter sesiyle cevap verdi “ pekala ancak çok uzaklaşma ve karanlık olmadan eve dön” “tamam” dedi popuduk tavşan annesine ama içinden “yemişim karanlığını lan” diye geçirdi. Akabinde kendine ufak bi şaplak atıp “ne biçim konuşuyosun annenle sen” diye kendini azarladı. Evet popuduk tavşanda kişilik bölünmesi işte o yaşlarda kendini göstermeye başlamıştı ancak bu gidip gelmelerin bir problem olduğuna henüz ayıkmamış olan popuduk o gün bastırdığı kişiliğinin açığa çıkmasına izin verdi. Börtü böcek çiçek ağaç derken ormanın derinliklerine doğru ilerleyen popuduk tavşan bir an kendine geldi ve havanın karardığını fark etti. Gecenin karanlığında ormanın sesleri ne kadar da ürkütücüydü. Dönüp arkasına baktığında evden çok uzaklaştığını ve yolu bu karanlıkta bulamayacağını fark etti. Bir anda panik olan popuduk gittikçe yükselen seslerin de verdiği gerilimle çığlığı basıp ağlamaya başladı. Ancak bir an önce kendine sığınacak bir yer bulması gerektiği fikri onu kendine getirdi. Etrafına bakındı ve hemen yanı başında boş bir ağaç kovuğu olduğunu fark etti. “geceyi burada geçireyim sabah olunca nasıl olsa evin yolunu bulurum” diye kendini sakinleştirip kovuğa sığındı ve günün yorgunluğuyla uyuya kaldı.
Kuşların cıvıldamasıyla gözlerini aralayan popuduk kafasını kovuktan çıkarmasıyla irkildi ve gerisin geri kovuğa girdi. Dışarıdan gelen ses ona şöyle dedi “ çık bakim dışarı ibiş, soğuğu yemiş .ük gibi ne kaçtın içeri” . popuduk tavşan korkuyla başını kovuktan uzattı ve sesin sahibine baktı. “olum çık dedim ne bakıyosun hala çık da boyunu posunu görelim”. Popuduk korkarak kovuktan çıktı ve mavi kurabiyeyle yüzleşti. “ne arıyosun sen burada, bu kovuk kime ait haberin var mı” dedi mavi kurabiye. Popuduk “ özür dilerim ben dün oyun oynamak için evden çıktım ama çok uzaklaşmışım karanlık olunca da dönüş yolunu bulamadım bu kovuk boştu ve çok korkmuştum o yüzden geceyi burada geçirdim” dedi. Mavi kurabiye “ annen sana karanlıkta ormanda gezmemeni söylemedi mi topak” diyince popuduk bi an kendini kaybedip bağırmaya başladı “ başlarım lan postanızdan giderinizden artiz misiniz lan hepiniz anam ne dediyse dedi bi gece yattık uyuduk yedik mi lan kovuğunuzu allahsızlar” diye mavi kurabiyeye yükseldi. Akabinde gelen şamarla kendine gelen popuduk “ abi kusura bakma mevzu annem olunca bi an kendimi kaybettim kötü bi niyetim yoktu” dedi. Mavi kurabiye elini popuduğun omuzuna koyarak “ aslanım bak gençsin kanın kaynıyo anlıyorum ama burası tehlikeli mevkidir her önüne gelene diklenme anlat derdini çözelim kovuk benim değil ama burayı mesken edinmiş pek de tekin olmayan tipler var ben ondan şey ettim” dedi. Popuduk “ abi sağol valla dediğim gibi kötü bi niyetim yoktu evin yolunu nasıl bulcam onu düşünürken bi de sen öyle diyince darlandım birden” dedi. “ hallederiz koçum meraklanma bütün yolları bilen bi kişi vardır bu ormanda kısa bacaklı tapir sorarız ona illaki bi yol gösterir bize” dedi mavi kurabiye. Popuduk “ teşekkür ederim abi” dedi ve beraber kısa bacaklı tapirin evine doğru yola koyuldular. Uzaklaşırlarken popuduk sordu” abi kovuk kimin hakikaten” mavi kurabiye gözlerini kısarak uzaklara baktı ve “ uçan balonlar çetesinin ormanın en belalı çetelerindendir neyse yolumuz uzun gerisini yolda anlatırım” dedi. 

1 Nisan 2011 Cuma

Oysa neler hayal etmiştim...

Üniversiteden mezun olduğum neredeyse 2 sene olmuştu. Bu süre içerisinde birçok işe “ armudun sapı, üzümün çöpü “ diye burun kıvırmış, evdekilerle papaz olmuştum ama artık yeterdi, fazla olmuştum. Bunca sene okutulmuş, yedirilmiş içirilmiş, bakılıp büyütülmüştüm. Yan gelip yatmakla ancak karpuz büyürdü. Sürekli kavga ve gürültü beni cinnetin eşiğine getirmişti. Babam harçlığı kesmiş, annem masada tabağı resmen önüme fırlatıyordu. Hayırsız evlat olmama ramak kalmıştı ve ben fena çaresizdim hem de öyle bi çaresizdim ki. Oysa üniversiteye başlarken ne hayallerim vardı. En azından okulda popüler olur süper arkadaş ortamı yaparım, artisin kralı olurum diye düşünmüştüm. Gel gör ki daha okulun ilk günü fakülte bahçesinde eşofmanımın paçasından giren arının hain saldırısı sonucu eşofmanımı indirip yerlerde debelenmem, dün yediğini unutan bu şuursuz genç güruh tarafından 4 sene boyunca maalesef unutulmamıştı. Gerçi bu durum benim artislik ve lay layla geçireceğim vakti ders çalışmaya ayırmamı ve 4 senede okuldan mezun olmamı sağlamıştı.

İnternet üzerinden başvurduğum iş ilanlarından birinden cevap gelmişti. Artık seçme şansım pek olmadığı için görüşmeye gitmeye karar verdim. Zaten ilanlar içinde en çok dikkatimi çeken de bu ilan olmuştu. Sabah erkenden kalktım. İş görüşmesine gitmem evdeki pozisyonumu bir seviye arttırmıştı. Annem güler yüzle kahvaltımı hazırlayıp önüme koydu, “ ye evladım aç karnına gitme “ dedi. Babam kapıdan çıkarken bana seslendi “paran var mı senin nasıl gideceksin görüşmeye? “, hemen yanına seğirttim, bu cüzdanımın uzun zamandır beklediği andı çünkü. “ valla ne yalan söyleyeyim param yok “ dedim. Elini cebine attığında kalbim duracak gibi oldu, içimden “ ulan şimdi 20 lira verip otobüslerde süründürmese bari “ diye düşündüm. Babam insaflıydı, candı ciğerdi, hakkını yememeliydim. Çıkarıp bonkörce tam tamına 50 lira verdi. Az kaldı boynuna sarılacaktım sevinçten ama coşkumu içime gömüp elini öpmekle yetindim. “ Hadi bakalım akşama hayırlı haberlerini bekliyoruz ona göre “ dedi. Tam kapıdan çıkacakken döndü ve beni tuzla buz eden o cümleyi kurdu, “ salak salak taksiye binip parayı çarçur etme artanı akşam bana getir “. Yıkılmıştım. Oysa taksiyle gideceğim bir iş görüşmesinde nasıl da havalı olacaktım breh breh! Aslında o işe ihtiyacım olmadığını, lütfedip geldiğimi, demek ki acayip kültürlü ve paralı olduğumu, beni kaçırmaması gerektiğini düşünecekti yönetici kişisi. “peki babacığım” demekle yetindim. Evet babam insafsızdı, vizyonsuzdu, halden anlamıyordu. Babam çıktı, peşinden de annemin dualarıyla ve jilet gibi takımımla ben çıktım.

Görüşmeye gideceğim yer anasının nikâhındaydı. Büyük eziyetlerden sonra işte fabrikanın kapısındaydım. İçeri girmeden şöyle kendime çeki düzen verdim son bir kez. Omuzlarımı kaldırdım, karnımı içeri çektim ve güvenliğe, üniversite mezunu, vizyon sahibi, fena kültürlü bir tavırla yaklaşıp aramızdaki farkı belirtir seviyeli bir gülümsemeyle “ iş görüşmesi için gelmiştim “ dedim. Adam beni şöyle bi süzdükten sonra “ he iyi, buyur geç “ dedi. Ne de olsa basit bir güvenlik görevlisiydi, tavrını garipsemedim. Bense bi kaç saat sonra bu fabrikanın son kararlarını verecek kişi olacaktım. Belki de hayatı benim ellerimde olacaktı.

İçeri girdim. Bir çalışanı yakalayıp vakur bir ses tonuyla görüşmelerin nerede yapıldığını sordum. Nedense o da beni şöyle bi süzdü ve yolu gösterdi. Hay bu işçiler, ne de kompleksli oluyorlardı, aman neyseydi. Odanın önüne geldim ve içeri girdim. İçerdeki sekretere meramımı anlattım, kendisi şöyle beni süzdükten sonra oturmamı içeride görüşme için gelen başka biri olduğunu, o çıkınca beni alacaklarını söyledi. Yaklaşık 10 dakika sonra içerdeki çıktı. Kendisi pek bi kılıksız, pek bi benim tarzımdan uzaktı. “ herhalde başka bir pozisyon için başvuruda bulundu” diye düşündüm zira benimle aynı konuma yani son söz söyleyecek bir pozisyona yakışmıyordu bu adam.

Nihayet içeri girdim. “ buyur, otur “ dedi masanın arkasında ki adam. Sanırım fabrika sahibiydi kendisi çünkü epey bi kiloluydu demek ki parası çoktu. Elimde tuttuğum özgeçmişimi kendisine gururla uzattım. Alıp incelemeye başladı. Kafasını kaldırmadan soruları sıralamaya başladı; “ üniversite mezunusun, nerdeyse 2 sene olmuş mezun olduğun neden hiç çalışmadın?” dedi. İşte beklediğim kazık soru ama ben süper zekâmla daha önce bu soruyu düşünüp, cevabımı önceden hazır etmiştim ve hemen yapıştırdım cevabı yüzümde kendime güvenen bir gülümsemeyle, “ daha önce sizin verdiğiniz ilanda ki pozisyon gibi kendime uygun bir pozisyon bulamamıştım o açıdan “ dedim. Kafasını ilk defa kaldırıp bana bakan patron, şöyle bi süzdü beni ve “ bizim ki gibi size uygun bi posziyon he mi “ dedi. Sonda ki “he mi” bana biraz itici ve kalitesiz gelse de – ne de olsa okumuş ve belli bir kültür seviyesine sahiptim – bir anda “he” diyiverdim. Patronun yüzünde beliren hafif gülümseme beni rahatlatmıştı.
“ şimdi, süt ve süt ürünleri okumuşsun hem de 4 sene, Allah aşkına kaç tane süt ürünü var, 4 sene size ne okuttular yav “ diyerek kahkahayı patlatıverdi. Gerilmiştim ama seviyemi düşürmemeliydim, sonuçta son kararları verecek kişi olacaktım belki de yakında bu fabrikada ve belki de patron beni deniyordu.
“ efendim bu mevzu biraz derin tabi, inşallah işe alındığımda, son kararları ben vereceğime göre bol bol karşılaşacağız, o zaman uzun uzun anlatırım size bu konuyu “ dedim. Patron şaşırmış bi şekilde yüzüme bi süre baktı ve “ son kararlar mı o ne ola ki “ dedi. Tam söze girmek için derin bir nefes almıştım ki, “ neyse “ dedi, “ de bakim sen bana şimdi hiç tekstil fabrikasında çalışmamışsın nasıl becerecen bu işi? “ diye sordu. “ efendim, şimdi üniversite okumamın yanı sıra kültürel olarak kendimi geliştirmiş bir insanım. Güvenilir ve çalışkanımdır yani bana bir şans verirseniz yöneticilik vasıflarının ben de fazlasıyla mevcut olduğunu görebilirsiniz “ dedim gerinerek. Patron gözlerini belerterek kahkaha ve şaşkınlık karışımı “tisieeee” şeklinde bir ses çıkardı. Beden diliyle ilgili epey kitap okuduğumdan durumun enteresan bir yöne gittiğini hemen kavradım. Patron geriye yaslanıp gözlerini kısarak “ bak hele sen hangi ilana başvurmuştun “ dedi. Dik oturmaya dikkat ederek “ son ütücü ilanı efendim “ dedim ve adam anında kahkahayı bastı. Henüz ne olduğunu kavrayamamıştım ki kapı çalındı ve patronun kahkahaları arasında içeri mavi önlüklü derbeder bir adam girdi. “ kemal bey elde ki işi bitirdik bi de siz bakıverin hele “ dedi. Patron adamı içeri çağırarak “ gel hele gel bak, bu genç son kararları almak için bizim ilana başvurmuş, gel de bi anlat son ütücü ne iş yapar” dedi. Adam şaşkınlıkla bana bakarak “ son ütücü, işi biten ürünleri son kez ütüler işte bunun neyini anlatiim beyim “ dedi. Patronun kahkahaları daha da şiddetlenmişti, ben ise kırmızıdan mora dönüşüyordum. Oysa neler hayal etmiştim, son sözü söyleyecek, koca fabrikayı yönetecektim. O arı yine ortalıkta geziyordu ve yine hayallerimi yıkıyordu, bari bu sefer kalçamdan sokmasaydı, iyiydi.