Animu

Animu

27 Mayıs 2011 Cuma

inanimis...

Öyle bi duruyorum ben…
Bir kenarda duruyorum. Bakıyorum, dinliyorum. Hiç kıpırdamıyorum ama yine de kulaklarım çınlıyor. Bazen çıkıyorum kendi içimden, onun içine gidiyorum. Bakıyorum ki oralar çok karışık. Soruyorum “ne oldu?” diye, “anlatsam da anlamazsın ki” diyor. Anlıyorum ki anlatmak istemiyor ne olduğunu. Birileri gelip oraları karıştırmış. “beni neden çağırdın o vakit?” diyorum, “ben çağırmadım ki, sen kendin geldin” diyor. Çığlığını duyduğuma yemin edebilirim hâlbuki. Anlıyorum ki durmam gerekiyor, orada bir yerde, sessizce. Vakti gelince yüzünü bana döneceğini biliyorum. Şimdi sabretmeyi öğrenme zamanı. Omuzunu dürtüyorum, “ben hep bir adım arkandayım, unutma emi” diyorum. “çok umurumda değil nerede olduğun” der gibi bakıyor. Ne düşündüğünü pek umursamıyorum, ben olmak istediğim yerdeyim nihayetinde. “çok gürültü var bu hayatta” diyor bir an bana dönüp. “hepsini dinleme” diyorum. Kafası karışık biliyorum ama kafa onun kafası, kendi karıştırıyor. İçimi bölüp, parça parça ona vermek istiyorum. Alır mı acaba? Aslında almamasından değil de alıp öylece bir kenara atmasından korkuyorum sanırım.
“Ne kadar da uzaklaştı benden” diye düşünüyorum, o oflayıp pufladığı sırada. Bana gelene kadar düşüneceği çok şey var tabi. Varlığımı unutmasının üzerinden epey zaman geçti. Bazen bana bakıp şaşırır, hala yanında olduğum için ama sonra yine unutur orada olduğumu. O bir anlık hatırlanmalar ayakta tutuyor beni aslında. Demek ki hala tamamen vazgeçmemiş benden.
Geceleri zor geçer. Uyurken izlerim onu hep. Huzursuz uyur, sürekli döner yatakta. Saçlarını okşarım rahatlasın diye. Derin bir iç çekip bir süre rahat uyur böylece. O izin vermediği sürece bundan daha fazlasını yapamıyorum.
Lakin bugün kararlıyım konuşmaya. Geçiştirmeye çalışacak biliyorum ama bu sefer pes etmek yok. Deniz kenarına gideceğiz bugün, haftada bir kere deniz kenarında kitap okur. Baş başa kaldığımız yegâne saatlerden…

“Neden vazgeçtin benden?”
“Hala yanımda olduğuna göre vazgeçmiş olamam değil mi?”
“Yaşadığın sürece yanında olacağım, başka yolu yok bunun biliyorsun. Sorumun cevabı bu değil?”
“Soru öylesine anlamsız ki cevabı da anlamsız oluyor doğal olarak. Hem kendin söyledin biraz önce, yaşadığım sürece yanımda olacaksan senden nasıl vazgeçebilirim?”
“Çoktan vazgeçtin benden, bunu ikimizde gayet iyi biliyoruz. Ben artık dayanamıyorum, hem seni böyle görmeye hem de acı çekmeye. Neden geri dönmüyorsun bana?”
“Sana geri dönmek? Böyle bir seçeneğim yok artık çoktan anlamış olmalıydın bunu.”
“Hayır, anlamıyorum, anlayamıyorum. Yaptığın her şeye benden bir parça katardın eskiden. Yine o günlere dönelim, lütfen. Yok oluyorum gittikçe. Beni görmezden geldiğin her an daha da ölüyorum, yapma bunu bize”
“Neden anlamıyorsun inatla; kimse kıymetini bilmiyor, bilmeyecek de. Onlar için önemli olan seninle yaptığım işler değil, onlar elle tutulur, yenilip yutulur şeyler istiyorlar. Seninle devam edersem beni de çiğneyip tükürürler, hayatta kalamam.”
“Öyle mi? Peki ya ben tamamen gidersem, ben de senden vazgeçersem halin ne olur hiç düşündün mü? Bırak anlamasınlar, bırak kendi sofralarında önlerine geleni yesin, yiyemediklerini çiğneyip tükürsünler. Gün gelir koca bir kemik gibi takılıp kalırız boğazlarına ne yutabilirler ne de çıkarabilirler, bir ömür boğazlarında bir yumru oluruz. Bizi her hatırlayışlarında yutkunurlar. Diğerleri gibi tüketilip yok olmak mı istiyorsun, hiç saygın kalmadı mı kendine? Hani sen ikimiz için yaşardın sadece… Düşün, bir daha düşün”
Gözünde bir damla yaş gördüm, işte o an uzun zamandır beklediğime kavuştum. Bana döndü yüzünü nihayet. İlk defa gitmekle tehdit etmiştim onu. Evet, tehditti bu. Nereye gidecektim ki! Ben onun ruhuydum, o benim bedenim. Uzun zaman sonra bedenime geri döndüm. Eskisi gibi ben söyledim, o dinledi, kimine hak verdi, kimini duymazdan geldi ama o günden sonra bensiz tek bir şarkı bile söylemedi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder