Gökten üç kurşun yağdı… Biri kalbime, biri beynime ve biri de bunu şuursuzca seyredene yar oldu. Şakacı Azrail gülmeyi bırakmış ve bir süre düşünmüş olmalı. Aksi halde o kurşunların altında öylesine durmazdım sanırım.
Büyük acılar çekiyor herkes kendince, en büyüğü kendi derdin değil mi… Çünkü herkes yaşadığı kadar biliyor hayatı. En kan revan görüntüleri kesiyorlar televizyonlarda yani diyorlar ki siz bunları yaşamadığınız ve görmediğiniz sürece, hayatta böyle şeylerin olduğu aklınıza bile gelmez. Kısacası cehalet mutluluktur…
Cahil değilim uzun zamandır yani mutlu değilim. Bir de üzerine yeni açılmış bir yaraya parmağımı soktum inatla. Bazen hırsını alamaz insan hani, öldüğünü bilse de vurmaya devam eder o yerdeki her neyse… İşin kötüsü o benim kalbimdi.
“Evet, seni öldürdüm biliyorum ama inan isteyerek yapmadım” cümlesi ne kadar anlamsız ise, yerde yatan ölü için, canını kaybetmiş bir kalbe hala eziyet etmek de işte o kadar manasız.
Bir an için kurşunun içinden geçtiği kalbimi seyretmeye başlıyorum. Uçsuz bucaksız bir boşluk, sonu gelmeyen bir karanlık… Korkuyla büyülenmek arası bir yer var biliyorum ama adını henüz koymamışlar, tanımlayamıyorum. Elimi kalbime götürüyorum, o delikten sokuyorum parmağımı, kurşunumu arıyorum bir süre. Sonra beynim uyuşmaya başlıyor, gözümden kan akıyor. Aynaya bakıyorum orada da başka bir boşluk… Ama bir türlü katil kurşunlarımı bulamıyorum. Kan seviyesi gittikçe yükseliyor. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıyorum, o kadar buğulu ki göremiyorum, sadece sesi duyuluyor. Bir an sırtımın yandığını hissediyorum, arkamı dönüyorum, elimde silahımla. Koskoca aynada kalbim, beynim ve ben kanıyoruz.
“Gökten üç kurşun yağdı” diyor ayna, “Biri kalbine, biri beynine, biri de bunu şuursuzca seyreden SANA yar oldu”…
Ve ben hayatım boyunca hiç görmediğim o kan gölünün içine uzanıp silahımla uyuya kalıyorum…