Animu

Animu

25 Ekim 2011 Salı

Gökten üç kurşun yağdı...

Gökten üç kurşun yağdı… Biri kalbime, biri beynime ve biri de bunu şuursuzca seyredene yar oldu. Şakacı Azrail gülmeyi bırakmış ve bir süre düşünmüş olmalı. Aksi halde o kurşunların altında öylesine durmazdım sanırım.
Büyük acılar çekiyor herkes kendince, en büyüğü kendi derdin değil mi… Çünkü herkes yaşadığı kadar biliyor hayatı. En kan revan görüntüleri kesiyorlar televizyonlarda yani diyorlar ki siz bunları yaşamadığınız ve görmediğiniz sürece, hayatta böyle şeylerin olduğu aklınıza bile gelmez. Kısacası cehalet mutluluktur…
Cahil değilim uzun zamandır yani mutlu değilim. Bir de üzerine yeni açılmış bir yaraya parmağımı soktum inatla. Bazen hırsını alamaz insan hani, öldüğünü bilse de vurmaya devam eder o yerdeki her neyse… İşin kötüsü o benim kalbimdi.
“Evet, seni öldürdüm biliyorum ama inan isteyerek yapmadım” cümlesi ne kadar anlamsız ise, yerde yatan ölü için, canını kaybetmiş bir kalbe hala eziyet etmek de işte o kadar manasız.
Bir an için kurşunun içinden geçtiği kalbimi seyretmeye başlıyorum. Uçsuz bucaksız bir boşluk, sonu gelmeyen bir karanlık… Korkuyla büyülenmek arası bir yer var biliyorum ama adını henüz koymamışlar, tanımlayamıyorum. Elimi kalbime götürüyorum, o delikten sokuyorum parmağımı, kurşunumu arıyorum bir süre. Sonra beynim uyuşmaya başlıyor, gözümden kan akıyor. Aynaya bakıyorum orada da başka bir boşluk… Ama bir türlü katil kurşunlarımı bulamıyorum. Kan seviyesi gittikçe yükseliyor. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıyorum, o kadar buğulu ki göremiyorum, sadece sesi duyuluyor. Bir an sırtımın yandığını hissediyorum, arkamı dönüyorum, elimde silahımla. Koskoca aynada kalbim, beynim ve ben kanıyoruz.
“Gökten üç kurşun yağdı” diyor ayna, “Biri kalbine, biri beynine, biri de bunu şuursuzca seyreden SANA yar oldu”…
Ve ben hayatım boyunca hiç görmediğim o kan gölünün içine uzanıp silahımla uyuya kalıyorum…

23 Ekim 2011 Pazar

Aklım yok, kalbimse gereğinden çoktu...özür dilerim...

Olmayana alışmak, olana alışmaktan daha mı kolay acaba, yoksa daha mı zor bilemedim. Bazen hiç olmadığı biri gibi davranır ya insan, zamanla benimser o insanı da, başka bir benlik gibi benimser. Bana da böyle oldu sanırım. İlk evre kendimi inandırmaktı. İnsan beyni ne tuhaf ki hemen inanıyor kendi yalanına. Başka yalanlardan daha yakınız kendi yalanlarımıza, daha doğrusu kendimize söylediklerimize kayıtsız inanıyoruz çünkü hiç kimse yalancı olduğunu kabul etmez. Sonrası kolay oldu zaten; ben böyleyim dedim çıktım işin içinden. (Ben öyleydim, aklım yok, kalbimse gereğinden çoktu)
Koskoca bir ömrün en acayip kısımlarında hayatınıza girer bazı insanlar sadece bir süreliğine ve sizi sadece o acayip anla değerlendirirler o koskoca ömürde. O yüzden tek bir insan hakkında bir sürü farklı düşünce oluşur farklı farklı insanların akıllarında, bazısının en ezeli düşmanısındır, bazısının da en kadim dostu. Ben kendi hakkımda her daim farklı düşünüyorum. Kendimi tanımak, olduğum gibi kabul etmek için çok çaba sarf ettim ama bir şekilde uzlaşamıyorum benliğimle. Özüme ulaşmak öyle zor ki aslında… Bazı vakitler başardım sanıyorum ama bir bakıyorum ki bir arpa boyu yol alamamışım esasında. Bir hayat boyu kendini tanıyamayan ve özünü bulmaya yaklaşamayan bir insan nasıl ki bir başkasını tanısın, özümsesin. Her yaşanan yeni gün insanın bir zerresini değiştirmiyor mu? E o vakit bir insanı tanımak için tüm varlığı, tüm enerjiyi, tüm hayatı vermek gerekmez mi?
Kimisi ölü zaman diyor bu vakte, bense dünyanın en acayip deneyimi diyorum. Kimisi de kendi özünün derdine düşmüş oluyor daha çok, biz bunlara hep beraber bencil diyoruz. “Herkes vazgeçilebilir” dedi çok sevdiğim bir can, belki de haklı. Kendini bulmak için vazgeçmek gerekiyor sanırım birçok şeyden, özün derdine düşmek gerekiyor. Ben kolay vazgeçemiyorum bağlandıklarımdan. Her vazgeçtiğim etimden bir parça koparıyor giderken. İşte böyle yavaş yavaş tükeniyorum.
Şimdi diyorum ki ben, insanları ayrı ayrı tanımlayın aklınızda. Herkesi aynı değil, ayrı kendine özel bir kefeye koyun. Bunu yapın ki “Senden bunu hiç beklemezdim, sana hiç yakışmıyor bu haller” cümleleri dostunuz olmasın. İnsanların kendilerine yaptıklarına kızmanız onlara yardımcı olmuyor bu böyle biline.
Bu yazı kendime borçlu olduğum bir özürdür. Uzun zamandır kendimi kandırıp, omuzlarıma taşıyamayacağım bir yükü kendim yükledim. Bütün seçimler bana ve bütün yargılamalar size aittir. Yaşadığım şeyleri değiştirme gücüm yok, olsaydı da değiştirmezdim sanırım. Başka bir kişilik yarattım kendime ve ona sığındım. Sormak istediğim tek bir şey var, hem kendime hem yargıçlarıma; siz hiç kalbinizi yok saydınız mı? Ben kendime cevabımı verdim, şimdi sıra sizde, dürüst olun…